Uygarlık Kavramı

Uygarlık kelimesinin genel anlamıyla iki farklı anlam taşıdığı söylenilebilir. İlk olarak uygarlık kelimesi, doğal halin ve barbarlığın karşıtı olan bir durumu anlatmaktadır. Bu anlamıyla ‘’uygar toplum’’, ‘’uygar millet’’, doğal halinden çıkmış, ideal ölçüleri yakalamış bir topluluk olarak anlaşılmaktadır. Bu anlamıyla uygarlık, tıpkı paranın yerine geçip sembolize ettiği şeyin değerini bildirmesi gibi, ‘’uygar’’ olarak adlandırılan toplumun değer yargısını bildirir. Bir diğer anlamıyla uygarlık, bir toplumun kullandığı aletlerin, çalışma biçimleri ve yöntemlerinin, düşünsel ve sanatsa faaliyetlerinin ve örgütlenme biçimlerinin tümüdür.

Server Tanilli ‘’Uygarlık Tarihi’’ adlı yapıtında söz konusu iki ayrı anlamın birinin diğerinden farklı olarak ‘’değer yargısı’’ bildirmesiyle, birbirinden iki farklı anlam olduklarını ifade ettiyse de, kendi fikrime göre iki anlam da değer yargısı taşımaktadır. İlk anlamıyla ‘’uygar’’ sözcüğünün söz konusu topluma biçtiği değerin meydana gelmesinin sebebi ikinci anlamdaki yaşayış biçimlerinin tümüdür. Bu yaşayış biçimlerine sahip olan ve bu yaşayış biçimlerinin tümüyle diğer uygarlıklardan farklı olan ‘’uygar’’ toplumun da bu özgünlükleri sebebiyle değer yargısı taşıdığı söylenilebilir.

Toplumlar üretim ilişkilerinin çevresinde oluşur. Toplumları ve uygarlıkları anlayabilmek ve ‘’değerlerini’’ belirtmek için de bu ilişkileri incelemek gereklidir. Doğal kaynaklardan yararlanma koşullarını, üretim araçlarının gelişme durumunu ve insanlar arasındaki iş bölümünü irdelemek ve kıyaslamak, değer yargısını oluşturur.

Batı dillerinin çoğunda ‘’uygarlık’’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılan civilisation, ilk olarak 1756 yılında Marki de Mirabeau tarafından kullanılmıştır (Tanilli, 1981, s. 14). Bu ilk kullanımdan sonra civilisation git gide yaygınlık kazanmış; ilk olarak Fransız Akademisi’nin 1835 basımlı sözlüğüne girmiştir. Kelimenin ortaya çıktığı dönem ve bölge rastlantısal değildir; Rönesans’ın Reform başta olmak üzere diğer gelişmeler ve değişimler ekseninde Avrupa’da ortaya çıkması gibi civilisation (uygarlık) kelimesinin ortaya çıkması da dönemin değişimleriyle bağlantılıdır.

Uygarlık kelimesinin ortaya çıktığı 18. Yüzyıl Batı dünyasında hakim olan tartışmaların odağı ‘’toplum sözleşmesi’’ idi. Toplumu meydana getiren bireylerin yükümlülükleri ve haklarının kökenlerini açıklayan sözleşmedir; doğal halden, bireysel alışkanlıklarından vazgeçen bireylerin, kendi çıkarları yanında genelin çıkarı ve iyiliği adına bir toplum oluşturmak üzere aralarında yaptıkları ve kendi kendilerini yönetme haklarını hepsinin üzerindeki ortak bir hakeme devrettiklerini ifade eden yazılı olmayan anlaşmadır.

Toplum sözleşmesi teorisinin ilk savunucularından olan Hobbes, tüm insanların söz konusu doğa hali içinde birbirlerine eşit olduklarını ve bu eşitliğin herkesin kendi varlığını ve yaşam mücadelesini sürdürmek için istediğini yapmak durumunda olması anlamına geldiğini, özü itibariyle bencil olan insanda düzenli ve barışçıl bir toplum yaratma yeteneğinin bulunmadığını öne sürerek söz konusu sözleşmeyi savunmuştur. İnsanın insanın kurdu olduğunu söyleyen Hobbes, söz konusu doğa halinin mutlak bir anarşiye, herkesin herkesle savaş durumu içinde olmasına neden olacağını belirtmiştir.

Toplum sözleşmesiyle ilgili gelişmeler ve öne atılan tüm fikirler ve tartışmalarla birlikte "doğal yaşam ", "doğanın insanı", "saf ilkel" (bon sauvage) gibi kavramlar büyük yer tutmuş; düşünceler bu kavramları açıklamaya yönelirken uygar olmayan insanı tanımlamak durumuna gelmiştir.

Uygarlık kelimesinin ve zıt kavramlarının ortaya çıkışı ve tartışılması sürecinde toplum sözleşmesinin etkisi olması yanında yukarıda belirttiğim gibi toplumsal, kültürel ve sosyo-ekonomik değişimlerin de etkisi azımsanamaz. Kavramın ortaya çıktığı 18. Yüzyılda Batı Avrupa’da Rönesans'taki büyük uyanışın daha da büyük boyutlar kazandığı rahatlıkla söylenilebilir. O zamana değin görülmemiş, ‘’devrim’’ olarak nitelendirilebilecek bilimsel gelişmeler art arda gelmiş ve sanayiye uygulanmış, burjuvazi git gide güçlenerek Batı uygarlıklarının en zengin sınıfı haline gelmiş ve Batı Avrupa ticaretin merkezi konumuna gelmiştir. Tıpkı diğer çağlarda olduğu gibi yaşanan tüm ekonomik-toplumsal değişimler kendini düşünsel değişimlerde de göstermiştir; düşünceler de geçmişle bağlarını koparmış, ileriye dönük bir tutum içine girmiştir. 18. yüzyılda felsefe ana çizgileriyle bir "ilerleme felsefesi"dir.

Gerçekleşen değişimlere önayak olması sebebiyle, Tanilli’nin ‘’Uygarlık Tarihi’’ yapıtında ifade ettiği gibi, 18. Yüzyılda ortaya çıkarılan uygarlık ve oluşan Batı uygarlıklarıyla bahsedilen aslında "burjuva sınıfının uygarlığı"dır. Toplumsal, ekonomik, kültürel ve düşünsel değişimlere önayak olan bu sınıfın kendilerine ‘’kentli’’ anlamına gelen ‘’burjuva’’ adını vermesi, onların ışığında ortaya çıkan ve rönesans gibi ‘’yeniden doğuş’’, yeni bir yaşamın karşılığı olarak görülen civilisation kavramının da‘’kentlilik’’ anlamındaki Latince civitas sözünden türetilmesi rastlantısal değildir.

SİNEM KARAKOYUN


Kaynakça:
  • Şenel, A. (1995). Siyasal Düşünceler Tarihi. Ankara:Bilim ve Sanat Yayınları.
  • Yavuz, H. (2012). Avrupa’nın Zihin Tarihi. İstanbul: Timaş Yayınları.
  • Tanilli, S. (1981). Uygarlık Tarihi. İstanbul: Alkım Yayınevi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Yunan ve Roma Mimarlığı

Antik Yunan'da Mitoloji ve Felsefe

Matrakçı Nasuh