Yunanlılar kamusal ve kutsal mimari yapıtlarıyla hep gurur duymuşlardır; bu gururun İlkçağ’daki kaynağı, gösterişli ve kutsal olduğu herkesçe kabul edilen Atina Parthenon’udur. Antik Yunanlılar için Parthenon, özel bir başarı olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğuna katıldıktan sonra Yunanistan Avrupalılar tarafından ender olarak ziyaret edildiyse de 18. Yüzyılın ortasında bir İngiliz heyetinin Parthenon değerlendirmesiyle eskilerin bu yapıya atfettikleri şan tescillenmiş ve bu durum Yunan mimarlığının yeniden canlanmasına yol açmıştır.
Batı uygarlığı mimarlığı ve sanatının temellerini oluşturan Antik Yunan’ın da, diğer tüm uygarlıkların mimari üslup ve anlayışlarını oluşturduğu süreçlerde olduğu gibi, başka bir uygarlıktan esinlendiğini görürüz; Mısır. M.Ö. 750 – 350 yılları arasındaki dönemde ortaya çıkarılan ilk heykeller ve kolon-kirişli taş mimari eserler Mısır modellerinden uyarlanmıştır. Platon’un Epinomis’de yazdığı gibi, kendileri de bu durumu açıkça kabul etmektedirler; ‘Yunanlılar yabancılardan ne almış olurlarsa olsunlar, sonuçta onları daha soylu bir şeye dönüştürmüşlerdir’’.
Roma mimarlığının temellerinde yatan esin kaynaklarından biri olarak Mısır ve Yunan mimarlığından söz edilebilecekse de Roma’nın ana esin kaynağı Helenistik Dünya’dır. Bu kaynak ilkin Etrüsk ve Yunan kolonileri yoluyla beslenmiştir. Helenistik gelenekle beslenen bu anlayışın etkileri bu geleneği yeniden biçimlendirmiş ve sonucunda ‘’Roma sanatı ve mimarlığı’’ ortaya çıkmıştır.
Roma mimari yapılarını da Mısır ve Yunan yapılarının evrimsel gelişimi olarak değerlendirebilmemize karşın değişen ihtiyaçları karşılamaya yönelik değişimler meydana geldiğini görürüz. Peyzajla dengeli bir karşıtlık oluşturacak biçimde yerleştirilmiş heykel kütleleri olarak betimlenebilecek Yunan mimarlığının aksine Roma mimarisi büyük ölçüde bir mekan, kapalı bir iç mekan ve dış mekan mimarisidir.
Mısır ve Yunan mimari yapılarının çoğu insan topluluklarını barındırmak üzere yapılmamıştı, dolayısılya bir iç-dış mekan ayrımı çoğunlukla söz konusu değildi. Mısırlılar ve onlardan etkilenen Yunanlılar her ne kadar etkileyici yapılar oluştursa ve bu yapılar Roma mimari anlayışını doğrudan ve dolaylı olarak etkilese de Roma’da bu iki uygarlıktan farklı olarak kamusal mekanların bilinçli olarak şekillendirildiğine tanıklık ederiz. Roma uygarlığının başlangıcından beri kent olgusunun mimari yapılara temel oluşturması bu durumu açıklamaktadır.
Romalılar idealist Yunanlılar’ın aksine gerçekçidir; tüm yaşam alanlarında açıkça algılanabilir bir düzeni ve evrenselliği aramışlardır. Onların pragmatik yapıları ve gerçekçilikle paralel gelişen eşsiz başarıları, bu sivil düzeni, bir eksene göre oluşturulan ve sütunlu yapıları, açık düzenle tanımlanmış olarak şekillendirdikleri kentsel mekanlarda görünür kılmalarıydı. Zamanla gelişen teknoloji ve üretim biçimleriyle birlikte Romalılar, Strabo’nun Coğrafya’sında belirttiği gibi, Yunanlıların asla hayal edemeyecekleri ölçekte mimari formlar geliştiren birçok yapıcı ve mühendis de yetiştirdiler.
Antik Yunan Tapınağı
Yunanlılar için en önemli mimari yapı tapınaklardır. Yunan tapınağı, İlk Çağ’da Batı Anadolu yerleşimlerinde bulunan megaron tipli yapıların zamanla gelişen örnekleridir. İlk Yunan tapınaklarının çoğu ahşap ya da kerpiçten inşa edildiğinden günümüze kadar gelememiştir. Arkaik Dönem’den başlayarak tapınaklar daha dayanıklı olan kireçtaşı, mermer ve kesme taştan yapılmaya başlanmıştır.
Yunan tapınaklarının kökeninin megaron plan tipinin olduğu bilinirken (bir arka oda/ salon ve iki sütun ile taşınan giriş kısmı) megaron, aynı zamanda tapınak formunun en basit biçimidir. Megaronun kökeninin hangi bölgeye dayandığı konusunda birçok farklı görüş olmasına rağmen ilk Tunç çağında ortaya çıktığı düşünülür. Tapınak planının kökeni olarak kabul edilen Megaron, bir ön giriş ve arkasında büyük bir ana mekândan oluşmaktadır.
1942 yılında Baldwin Smith, megaron ile ilgili şu tanımı yapmıştır: “Bir megaron, ilk başta erkeklerin sonra tanrıların ikameti için kullanılan müstakil, dikdörtgen veya apsidal bir yapıdır. Bu yapı muhtemelen, illa gerekli olmasa da genelde bir ucundan girilebilir ana salondan ibarettir. Daha gelişkin aşamalarında bu giriş, anta duvarlarıyla oluşturulmuş yarı açık bir kapı önü sundurmasında yer almıştır. Bu salon içten payanda gerektirecek denli büyük olabilir de olmayabilir de ve iç payandalar kullanılması gerektiğinde bu payandalar çatıyı destekleyecek çeşitli farklı biçimlerde konulmuştur; orijinalinde içinde, genelde dairesel olan bir ocak vardır ve üstü, eğimli bir çatı veya düz bir çatıyla kaplıdır.”
Tapınak mimarisinin alt zeminden en üstteki süsleme elemanlarına göre dizilimi ise şu şekildedir; Stereobate, tapınakların üzerlerine oturtuldukları alt zemin, krepis ise bu alt zeminden tapınağın girişine kadar olan basamaklara verilen isimdir. Stylobate, sütunun oturtulduğu en üst basamaktır. Sütun, tapınağın en önemli taşıyıcı elemanıdır. Kaide, gövde ve başlık olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Sütun kaidesi üzerinde yer alan dış bükey silme torus; iç bükey silmeye ise trokhilos denilmektedir. Sütun bileziği üzerinde bulunan yastık biçiminde silmeye ekinus, sütun başlığı üzerinde bulunan kare ya da dörtgen tablaya abakus, sütun karnına ise entasis adı verilir.
Bazı tapınaklarda karşılaşılan kolosal kadın heykeli biçiminde sütunlara karyatid, erkek heykeli biçimindeki sütunlara ise atlantes denilmektedir. Abakusun üzerinde yer alan yatay kiriş arşitravdır. Arşitravın üzerindeki heykeltıraşlık kabartmalarla süslü şerite friz (ion düzeni); aralıklı biçimde sıralı üç düşey yivden oluşan bezemeye triglif (üçüzyiv) (dor düzeni), triglifler arasında yer alan dörtgen panolara ise metop (dor düzeni) denir. Frizin üzerinde yer alan yatay silme geison olarak adlandırılır. Tapınağın çatısında en alt sıradaki kenar kiremitlerin ucunda yer alan pişmiş toprak bezeme antefix, alınlığın köşelerinde yer alan figür ya da bezeme ise akroterdir.
Yunan mimarlığında nadiren sözünü edebildğimiz iç-dış mekan ayrımı tapınaklarda belirgin olarak karşımıza çıkar. Tapınaklar, sözgelimi ‘’kamusal’’ yapı olarak adlandırılmasına ve polisin simgesi olmalarına karşın, esasen yapının iç mekanına yalnızca rahipler ve seçilmiş kişiler girebilir. Kamusal törenler tapınağın dış kısmında, sunakta kutlanır; bu sebeple iç mekan süslemesindeki sadelik dış mekanda yerini cömert bir sanatsal özene bırakır. Bundan ve tapınağın kapalı hacminin kamusal bir mekan olmadığı gerçeğinden dolayı, Yunan tapınağı sıklıkla peyzaja kurulmuş anıtsal bir heykel olarak betimlenmiştir.
Tapınağın yerleştirileceği alan da ayrıca bir meseledir. Yunan tapınakları Mısır tapınaklarından farklı olarak akropol adı verilen yüksek tepelere yapılmıştır. Tapınak, alçak bir duvar ya da kenar taşıyla sınırlanmış kutsal bir bölgenin içine yerleştirilir. Bu yapılar önceden tanımlanmış bir eksene göre hizalanmak yerine bölgenin topografisine uygun yapılır, yine de sıklıkla peyzaj içindeki dağ zirvelerine yönelik eksen üzerinde yer almışlardır.
Şehrin kutsal koruyucuları olarak görülen tanrıların (Jupiter, Iuno ve Minerva) tapınakları için şehrin büyük bir bölümünün görülebildiği en tepedeki yer seçilir. Apollo ve Liber’in tapınakları tiyatronun yanında, Mars’ın tapınağı şehrin dışında ve talim alanı içinde, Venus’ün tapınağı da ana kapıda yer almalıdır. Etrüsk falcılarının sanatlarını anlatan kitaplarında, Venus ve Mars’ın tapınaklarının şehrin dışında olmasıyla ilgili ‘’ Venus’ün şehvetinin şehirdeki gençleri ve evli kadınları etkilememesi için, Mars’ın kudretinin vatandaşlar arasında silahlı çatışmalara yol açmaması ve düşmanlara karşı bir kalkan olması için’’ ifadeleri yer alır.
Nizamlar
Antik Yunan mimarisinde üç düzen / nizam (order) kolon/sütun bulunur. Yunan sanatının, özellikle heykel ve mimaride, Batı dünyasını 19. Yüzyılın sonuna kadar uzun bir süre ne kadar etkilediğini düşünürsek bu stilleri bilmek ayrıca bir önemlidir. Stil olarak antik Yunan mimarisi üç ana düzene bölünür, elbette bunun alt türevleri de vardır fakat genellikle beş yapı düzeni olarak da tanımlanır. Ancak bunların arasında üç düzen temel olarak ele alınır, bunlar: Dor, İyon ve Korint düzenleridir.
DOR NİZAMI
Dor üslubu altıncı yüzyılda olgunlaşmıştır. Dor düzeni Eski Yunan mimarlığında yukarı doğru hafifçe daralan sütunlardır. Aşağıdan yukarıya incelen sütunların gövdelerinde dikey yivler yer alır. Tepelerini
halkalı, renkli halkalı, ince hatlı bir ekhinos ile dört köşeli düz bir abakosun taçlandırdığı oluklu kaidesiz sütunlar arşitravı taşır; bunun üzerinde oka benzeyen üçüzyiv ya da rölyeflerle süslü metopların sıralandığı friz yükselir. Yapının üst kısmını uzun bir çıkıntı oluşturan saçak kornişi, büyük kompozisyonların yer aldığı alınlık tablası (tympanon), zengin desenli yağmur oluğu (sima) ve üçgen çatı oluşturur. Atina’daki Parthenon Tapınağı ve Behramkale’deki Athena tapınağı en iyi örneklerdir.
İYON NİZAMI
İyon nizamında yapılmış en eski Yunan tapınağı Sisam adasındaki Hera Tapınağı’dır. İyon nizamda
sütunlar Dor nizamına göre daha ince ve yüksektir, torus adı verilen bir kaide üzerine oturur. Sütun başlığı volüt adı verilen spiral kıvrımlar kullanılarak yapılmıştır. Abaküs, Dor nizamına göre daha incedir ancak düz değildir. Arşitrav tek blokludur.
Frizden yukarıya doğru olan kısım Dor nizamına benzer, sadece kabartmaları farklıdır. İyon tapınakları
daha ince, uzun sütunlu ve Dor tapınaklarına göre daha yüksek ve zarif görünümlüdür.
KORİNT NİZAMI
Bu düzenin katılımıyla mimaride diğer iki düzenden bir üçüncü düzen doğmuş olur. İyon nizamının çok az değişime uğramış bir versiyonudur. Dor ve İyon nizamının görüldüğü her bölgede Korint nizam da görülmektedir. Aralarındaki tek fark sütun başlıklarında görülür. Korint nizamda, volüt başlık yerine akan akantus (kenger) yaprakları ile donanmış sütun başlıkları kullanılmıştır. Bu düzendeki sütunların başlıkları dışında her bakımdan İyon düzeniyle aynı yapıya sahip olmalarına karşın, Korint sütunlarının başlıklarının yüksekliği, bu sütunları orantılı olarak daha uzun ve daha ince gösterir.
Bazı Yunan tapınaklarında Korint ve İyon sütun başlıkları birleştirilerek karma başlıklar kullanılmıştır. Bu tapınaklarda sütunların yerine kadın heykellerinin kullanıldığı da görülür. Korint nizamdaki belli başlı tapınaklar arasında Silifke ve Atina yakınlarındaki Zeus tapınakları sayılabilir.
En iyi şekilde tapınaklarının temsil ettiği Yunan mimarlığı, uçlar arasındaki ideal dengeyi bulma çabasının taş ile somutlaştırılmış halidir. Mimarlık anlayışında bu, sütunlar ve saçaklık kirişleri arasındaki hareketle hareketsizlik arasındaki dengeye dönüşür. Her bileşen blok ya da sütun kaidesi, heykel dizilerinin her bir parçası eldeki en iyi malzemelerle yetkin bir şekilde işlenir ve bunlar bir zenginlik göstergesi olarak değil, tanrıların ve polisin onuruna uygun olduğu düşünüldüğü için yapılır.
Yunan tapınak mimarisi idealistik biçim ve eklemlenmiş strüktürün benzersiz bir birleşimini temsil eder. Yunanlılar tinsel ölümsüzlüğe önem vermemiş, bunun yerine ölümsüzlüğe daha çok anlıksal ve sanatsal düzeyde ulaştıkları yetkinlikle insan belleğinde bırakacakları izlerle ulaşmaya çalışmıştırlar. Parthenon başta olmak üzere Zeus (Atina), Erechteum (Atina), Apollon (Didim) ve nice tapınaklarıyla Yunanlılar’ın ölümsüzlük gayelerine ulaştıkları söylenebilir.
Roma Tapınağı
Roma’da dinin merkezi ev, yani domustu. Her evde doğanın her yönünü simgeleyen ve onu yöneten, insan olmayan ruhlara sunuların sunulduğu kutsal bölümler vardı. Yunan benzeri bir tanrılar panteonunu tanıtanlar ve sütunlu cephe portikleriyle yüksek platformlar üzerinde yükselen tapınakların yapımını başlatanlar Etrüsklerdi. Etrüsklü ilk örneklerinden türeyen Roma tapınağı Yunan mimarlığına benzerdi ve sonuçta Yunan tapınağı özellikleriyle ve düzenleriyle bezendi.
Antik çağlar boyunca mimari açıdan genel tek tip bir plana sahip tapınak mimarisinin Roma imparatorluk döneminde yeni bir takım uygulamalarla birlikte gözle görülür bir gelişim gösterdiğine tanıklık ederiz. Roma’nın erken dönem tapınak mimarisi Etrüsk ve Yunan’dan etkilenmiştir. Dolayısıyla, Yunan tapınaklarının peripteral sütun dizilimi gibi bazı uygulamaları Roma tapınaklarında uygulanmaya devam edilmiş fakat ağırlıklı olarak Etrüsklerin podyumlu ve tek cepheli tapınak tipleri tercih edilmiştir.
Genel hatlarıyla Yunan tapınağına benzeyen Roma tapınağı da aynı gelenekten yola çıkmış ancak daha faklı bir mantıkla ele alınmıştır. Roma tapınağının Yunan tapınağından temel farkı tapınağın çevresindeki kutsal alanın yönlendirilişini yöneten eksenin oluşturulması ve mekanla ilişkisi içinde tapınağın yerleştirilme tarzıdır.
Yapının üzerinde yükseldiği, 2.7 ya da 3 metre yüksekliğindeki azametli bir podyumun üzerinde derin ve etkileyici bir sütunlu sundurma yer alır. Yunan tapınağında tanıklık ettiğimizin aksine Roma tapınağında artık tapınağın yanlarında ve arkasında devam eden sütun sırasına rastlanmaz.Bir tapınak yerinin adanması sırasında rahip alanı ölçer ve arazi sınırını tayin ederdi. Yunan tapınakları ise, daha önce bahsettiğimiz gibi, açık bir alana kurulurdu ve onlara her yandan yaklaşılabilirdi.
Daha öz bir ifadeyle Roma tapınağı, Yunan tapınağından mekanın ekseni üzerinde hizalanmış ve açıkça tanımlanmış bir mekan olması durumuyla ayrılır. Tüm çevresinde üç eşit basamak bulunan Yunan tapınağının aksine Roma tapınağı, açık mekanın arkasına yüksek bir podyum üzerine kurulan uzun bir kat merdiven bulunur. Buna karşın Roma tapınağı, Yunan tapınağında da tanıklık ettiğimiz bir özellik olarak sütunlara sahipti, ancak bunlar esasında cephede yer alır ve cella girişindeki beşikçatıyı taşır.
Tapınağın arka kısmının artık bir önemi yoktur, buraya örülen ek bir duvarla sonraki dönemlerde Hıristiyan kiliselerinde karşımıza çıkan ön bir kutsal alanla (temenos) birleştirilir. Bu yönüyle ve yukarıda sözünü ettiğimiz diğer farklılıklarıyla Roma tapınağı, Yunan tapınağının iki boyutlu versiyonudur diyebiliriz.
Tapınakların antik Roma imparatorluğunda imparator adına yaptırılması oldukça yaygınlaşmış bir durumdu. Roma’nın siyasi politikasıyla da örtüşen bu durum tıpkı heykeltıraşlık ya da duvar resim sanatında olduğu gibi tapınakların da propaganda amacıyla kullanıldığını gösterir. Roma tapınaklarının ana işlevi, dini törenler ve halka söylev gibi işler sırasında podyum önünde toplanan halkı etki altına almaktı. Bu, merkezde yer alan iki yanı platformlu bir merdiven ya da gizli sayılabilecek yan merdivenlerle sağlanır.
Yunan Palaestra'sı ve Roma Hamamı
Palaestra (Lat.–Yun. palaiein güreşmek), Eski Yunan’da beden eğitimi verilen ya da güreş okulu olarak adlandırılan mekandır. Palaestra, aslında bir yunan gymnasionudur. Palaestra ile gymnasion arasındaki en temel ayrım, palaestraların kamuya açık spor müsabakalarına katılan atletlerin boks, güreş vb. Spor dallarında idman yaptıkları binalar olması, gymnasionların ise Yunan gençlerinin sportif faaliyetlerde bulunduğu yer olmasıdır.
Romalıların Yunan gymnasionlarına ve palaestralarına bire bir karşılık gelen binaları yoktur, ancak Cumhuriyet döneminin sonuna dpğru zengin Romalılar, Yunanlardan esinlenerek kendilerine ait malikanelerinde sportif faaliyerlerde bulunacakları bu tür mekanlar inşa ettirmiştir. Roma hamamı ve Yunan gymnasium-palaestrası bire bir aynı işlev ve özelliklere sahip olmasalar da, sahip oldukları benzerlikler bakımından birlikte değerlendirilebilir ve karşılaştırılabilir.
Palaestra binalarının içindeki sütunlarla çevrili kare ya da dikdörtgen avlular, etraflarında Yunanların dialuos (çift tur) adını verdikleri iki stadiumluk bir yürüyüş alanına sahip olacak şekilde yapılır. Yağmur sularının içeri sıçramaması amaçlanarak, iç tarafı tek sıra sütunlu, güney yönünde kalan dördüncü taraf ise çift sıra sütunlu tasarlanır.
Üç taraftaki tek sütunlu avlulara, felsefecilerin, hatiplerin ve ilime meraklıların oturup tartışabilecekleri nitelikte, oturma yerlerinin bulunduğu geniş girintiler (exhedrae) yapılır. Çift sıra sütunlu avludaysa ortada gençlere ayrılan bölüm (ephebeum), sağda, kum torbalarının asılı olduğu bölüm (coryceum), hemen yanında pudralanma odası (conistreum), bunun yanında, Yunanların loutron olarak adlandırdıkları soğuk su hamamı (frigida lavatio), yağlanma odasının yanında bir serinleme odası (frigidarium) ve bu odadan, avlunun köşesinde yer alan buhar odasına (propnigeum) giden bir yol bulunur.
Roma hamamları Grek ‘’Balaneia’’, yerli tedavi merkezleri ve yukarıda bahsettiğimiz gibi, Yunan gymnasionları gibi değişik öncülerden gelişmiştir. Hamamlar Roma imparatorluk döneminde kent yaşamının önemli bir parçasıydı, ayrıca Roma’nın ele geçirdiği bölgelerde ‘’Romalalaştırma’’ politikasının uygulanmasında önemli rol oynamışlardır.
Roma hamamları insanların birbirleriyle iletişim kurdukları ve vakit geçirdikleri yerler haline gelmiştir. Burada insanlar dostlarıyla buluşur, sohbet eder ve dinlenirdi. Roma hamamları ziyaretçilere masaj, jimnastik, cilt bakımı gibi hizmetler de sunmaktaydı. Temizlik ve sağlık işleri yanı sıra hamamlar, top oyunları ve güreş gibi sporlar için de dönemin ideal merkezleriydi. Kompleks olarak düzenlendikleri için kütüphane, toplantı alanı, geniş bahçeleri bulunan görkemli bir kamu yapılarıydı; bu özellikleriyle hamamlar, Yunan gymnasionlarıyla benzerlik gösterirlerdi.
Beton teknolojisinin en yeni ve yenilikçi uygulamalarından olan dayanıklı yapısı, tonozlar ve kubbelerin yapımları hamam yapılarında görülür. Roma inşaat teknolojisinin atılımlar yaptığı dönemler hamam yapılarının da daha fazla imar edildiği dönemlere denk gelir. Böylece hamam yapıları ve gelişen inşaat teknikleri birbirlerini teşvik ederler. En yeni inşaat teknikleri ve yeni fikirlerin uygulanması-denenmesi mimari alanda tüm kamusal ve özel yapılarda yeni düşünce ve devrimci stillerin mimarlık alanda kabul görmesini sağlamıştır.
Hamamların sahip olduğu geniş iç mekanlarda sütunlarla bezenen Yunan mimari düzenler yenilikçi Roma icadı tonozlarla bütünleşmiş. Çok büyük olan dikey yükseklikleri ve ayrıc duvarların eğimli yüzeylerini kalın yatay korniş çizgileriyle vurgulayarak ve sınırlayarak geniş alanları tonoz örtülü boşlukları sütun dizileriyle bir uçtan öbür uca gerilmiş düz tabanlar gibidir. Roma'nın teknolojisi ve Yunan mimarisinin estetiği bir biriyle sentezlenmi en özgün eserlerini ise 3-4 yüzyıllarda olgunlaşarak vermiştir.
İ.Ö. 2. yüzyılın sonlarında ısıtma teknolojisinde yaşanan gelişmeler Roma hamam gelişiminin en büyük itici gücü olmuştur. Hypocaust sistemi adı verilen sistem, taban yapısının altında ışınsal ısıtma prensibine dayanıyordu. Bu sistem her ne kadar önceki dönemlerde de kullanılmışsa da sistemsel olarak hamam yapısı kullanıma uygunluğu, hamam tasarımı içerisindeki kullanımı ve ideal bir ısı dağılımına uygun kullanımının patentinin Roma'ya ait olduğu söylenebilir.
Antik Yunan Tiyatrosu
Yunan kamu yapılarının en büyüklerinin üstü açıktı ve bunlar tiyatrolar ve atletizm yarışmaları için kullanılan stadia’yı içeriyordu. Stadion, yalnızca yılın belli zamanlarında kullanılırken tiyatro polisin sivil yaşamında en az agora kadar önemli bir konumdaydı. Tiyatroya gitmek topluluk ruhunun bir kutlanışıydı; oyunlar daha sonra Roma imparatorluğunda olduğu gibi sadece eğlence amaçlı değil, politik eğitim açısından da önem arz ediyordu.
M.Ö. VI yüzyılda dini temelli gösteriler aynı zamanda ticaret merkezi olarak kullanılan agoralarda gerçekleştirilirken, Antik Yunan’da tragedya ve komedyanın gelişim göstermesi ile birlikte, tiyatro sanatının yönünü dinsel öğeler belirlemiş ve seyircilere oyun yerleri gösterilmeye başlanmıştır. Bunun yanında koro her tür için en dramatik öğe olarak görüldüğünden tiyatro gösterileri için bir dağ eteği ve oyun için düzlük alanlar tercih edilmiştir. Seyircilerin izleme imkanının artması için orchestra ise tam daire olarak tasarlanmıştır. Ayrıca oyunların sahnelendiği orchestranın ortasında Dionysos için adakların sunulduğu bir altar konulmaya başlanmıştır.
İlk dönemlerde orchestra ve theatron tiyatronun tek mimari öğeleriydi. Sonraları önce yamaçlarda oturan seyircilerin rahatı için yamaçlara tahtadan oturaklar yerleştirilmiştir. Orchestra’nın arka kısmına ise oyuncuların kostüm değiştirmelerini sağlamak adına önce bir tente, sonra çadır en sonunda ise ahşap kulübeler inşa edilmiştir. M.Ö. 499 da bir gösteri esnasında tahta sıraların çökmesi nedeni ile seyircilerin oturma yerleri taştan yapılmaya başlanmış, M.Ö. IV yüzyıl ortalaında ise skenenin alt kısmından başlayarak taş malzeme kullanılmıştır. Skenede taşın kullanılması ardından oyun esnasında oyuncuları yükselten ve uçuyormuş gibi gösteren vinçler kullanılmıştır.
Helenistik Dönem’de seyircilerin oturma sıraları yarım daireden fazla at nalı şeklini almıştır. Skene bu dönemde iyice gelişmiş, ikinci kat eklenmiş ve bazılarında bu atın önüne sütunlar konulmuştur. Aristophanes ve Aristoteles’ten öğrendiğimiz kadarı ile daha sonraki dönemlerde oyuncular için daha yüksek bir sahne yapılmıştır ancak bu sahne orchestradaki koro ile olan konuşmaları aksatmayacak
yükseklikteydi.
Roma Tiyatrosu
Roma’ya tiyatro Etrüsk etkisi ile girmiştir. Roma’nın işgal ettiği Etrüsk ile girdiği etkileşim ile beraber, kendisinden daha uygar bir medeniyet olan bu halktan –yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, tapınak yapıları başta olmak üzere – bir çok konuda faydalanmıştır. Etrüsk sanatçıları taşınabilir bir platform üzerinde oyunları sergilediğinden yamaca yaslanmış bir binaya ihtiyaç duyulmamıştır. M.Ö. 55 dönemine kadar da Roma’da daimi bir tiyatro binası inşa edilmemiştir.
Roma Dönemi’ne ait ilk taş tiyatro binası M.Ö. 55-52 yıları arasında inşa edilen Pompei Tiyatrosu’dur. Bu binaya kadar kullanılan ahşap ve portatif tiyatrolar şaşırtıcı derecede gelişkindir. Hatta yaşlı Plinius’a göre M.Ö. 58’de bir binanın sahne arkasındaki skenesi üç katlıdır. Yine de Plinius’un bu yapı hakkında söylediklerinin devamını göz önünde bulundurarak bir nebze mübalağa bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Yunan Tiyatroları skene ve theatrondan oluşan iki ayrı yapının birleşimi iken, Roma tiyatroları tek bir yapıdır. Ayrıca Roma Dönemi’nden skene, theatron ile aynı seviyeye çekilmiş ve seyircinin dış dünya ile bağlantısını keserek oyuna odaklanmasını sağlamıştır ve skenenin üzerine ahşap bir çatı yerleştirilmiş, böylece sanatçıların hava şartlarından korunmaları ve akustik konusunda destek sağlanmıştır. Aynı zamanda skene üzerinde sütunlar ve heykeller ile bir dekorasyon yerleştirilmiştir.
Yunan tiyatroları theatronu bir yamaca yaslama ihtiyacı hissederken, Romalı mimarlar gelişen mimari ve mühendislik ile birlikte köprü ve tonozlar kullanarak tiyatrolarını düz zeminlere yapabilmekteydiler. Yunan tiyatrolarındaki tam daire şeklindeki orchestra ve at nalı şeklindeki theatron yarım daire şeklinde dizayn edilerek seyircilerin oyunu her açıdan daha net izlemeleri sağlanmıştır. Giderek gelişen sınıf ayrımı neticesinde de orchestra hizasında krallar için bir oturma düzeneği yapılmıştır –bu ayrıcalık günümüze değin gelmiştir. Skene ile theatron yani caveanın birleşerek tek bir bina durumuna gelmesi ile de paradosların üstleri kapatılmıştır.
Uygarlıkların üretim biçimleri, teknolojileri ve inançları kadar sanatları ve mimarlıkları da birbirleriyle iletişim halindedir. Formların ve idealizasyonun hakim olduğu Yunan sanatı ve mimarlığının Mısır’dan etkilenmesi gibi Roma sanatı ve mimarlığının da Helen-Yunan geleneklerinden etkilenmesi doğaldır. Roma sanatı ve mimarlığının, Yunan sanatı ve mimarlığından aldığı form ve gelenekleri devam ettirmesi sebebiyle ‘’hazırcı’’ olarak nitelendirilmesi oldukça yanlıştır; alınan hazır form ve gelenekler teknolojiyle paralel olarak geliştirilmiş, hiçbir uygarlıkta ortaya konmamış eserler meydana getirilmiştir.
Roma medeniyeti ile birlikte geliştirilen ve küçük-büyük değişimlere uğrayan Antik mimarlık, çalışmanın B. Başlığında verilen Rönesans örneklerinde açıkça görüldüğü gibi çok sonraları oluşan sanat ve mimarlık anlayışlarına da temel oluşturmuş – esin kaynağı olmuştur.
SİNEM KARAKOYUN
Kaynakça:
- Wheeler, M. (2016). Roma Sanatı ve Mimarlığı. İstanbul: Homer Kitabevi.
- Hasol, D. (2017). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü. İstanbul: Yem Yayınları.
- Gül, M. (2009). Orta Çağ Avrupa Tarihi. İstanbul: Bilge Kültür – Sanat.
- Friedell, E. (2017). Antik Yunan’ın Kültür Tarihi. İstanbul: Alfa Yayınları.
- Roth, L. M. (2019). Mimarlığın Öyküsü. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
- Vitruvius. (çev. Dürüşken Ç.). (2019). Mimarlık Üzerine. İstanbul: Alfa Yayınları.
- Ürük, Z. F. (2016). Medeniyetler İçinde Hamamın Gelişimi ve Kültürel Olarak Mekan Analizleri. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 28.
- Yılmaz, S. (2019) Antik Çağ Yunan-Roma Tapınak Mimarisinde Çokrenklilik. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans tezi). Uşak Üniversitesi, Uşak.
Yorumlar
Yorum Gönder