Antik Yunan'da Mitolojik Düşünüş
Yunan mitolojisi; tıpkı diğer mitolojiler ve dinler gibi, hayattaki tahmin edilemezleri kabul etmeyi ve onlarla baş etmeyi öğreten bir yöntemdir. İnsan, ilk olarak yeryüzüne süzülen damlaları, gökyüzünü beyaza boyayan şimşekleri, ayakları yerden kesen yer sarsıntılarını idrak etmeye ve anlam kazandırmaya çalışmıştır. Bu çaba sonucu ise uçsuz bucaksız bir tanrılar ve efsaneler dünyası ortaya çıkmıştır. Antik Yunanlılar’ın Yakındoğu’dan alıp kimi zaman ufak, kimi zaman büyük değişiklikler meydana getirerek kendi bünyelerine kattığı mitoslar da bu uçsuz bucaksız tanrılar ve efsaneler dünyasının önemli bir parçasıdır.
Yunan dünyasında olup biten hemen hemen her olayın tinsel bir boyutu vardı fakat hiçbir merkezi kurum yoktu; içi vaazlarla dolu hiçbir kutsal kitap, doğru inanç ve davranış yorumu yapmaya yetkili bir papazlık kurumu yoktu. Fakat bütün bunların eksikliğini yerel tanrılar ve kültlerin çokluğuyla gideren, Yunan dünyasının tamamında paylaşılan dinsel inanç ve davranışlar vardı. Hesaba katılmamış hiçbir insani deneyim alanı olmayan, birbiriyle bağlantılı ve ilişki içerisinde oluşturulan bir inanç sistemi hakimdi.
Milattan Önce 6. yüzyılda Antik Yunan, bugünkü Yunanistan ve Anadolu’nun Akdeniz ve Ege kıyılarında şehir devletleri yapılaşmalarıyla yaşamlarını sürdürmekteydi. Diğer medeniyetlerin düşünüş, bilim, teknik ve matematik gibi alanlarındaki etkinliklerini kendilerinin bu alandaki ürünleriyle sentezlemişlerdir. Bu sentezin o dönemin inancı olan mitoloji ile kaynaşması felsefeyi ortaya çıkarmıştır. Felsefeyi farklı kılan; yaşam ve evrene ilişkin ‘’açıklama’’ çabasını efsanelere değil, akıl yürütmeye ve gerekçelendirmeye dayalı olarak gerçekleştirmesidir.
Mitos’tan logos’a geçişi en geniş tanımıyla doğa olaylarını, evreni ve insanı anlamlandırmak için mitlerle yetinmeyerek; bunların oluşumu ve sebepleriyle ilgili akla dayalı bir düşünce yapısı ortaya çıkarmak olarak açıklayabiliriz. Thales; insanın varolduğundan beri mitsel düşünce ile cevaplamaya çalıştığı tüm bu soruları akla dayalı olarak düşünen ilk insan, yani ilk filozof olarak kabul edilmektedir. Thales Yunan dininin ve mitolojisinin açıklamalarıyla yetinmeyip akla dayalı bir sistem geliştirmiş, açıklamalarını bu sistemle yaparak evrenin ilk ana maddesinin ne olduğu sorununa cevap aramıştır.
İnsanın sorularına cevaplarını akla dayalı olarak araması için bir noktada mitsel düşüncenin yetersiz kaldığı bir ortam oluşması gerekti. İ.Ö. 6. yüzyılda, İyonya kentlerinde ortaya çıkan güçlü bir orta sınıf siyasal iktidar yolunda aristokratlarla kavga içindeydi. Miletos’da halk aristokratları yenip yönetime geçmiş, aristokratların ailelerine ve kendilerine zarar vermişti. Bu duruma karşı koyarak yönetimi tekrar ele geçiren aristokratlar, demokratları canlı bir meşale gibi yakarak kenti yanan ateşin ışığıyla aydınlatmışlardı. Bu olaylar, mitloslara ters düşen ve mitolojik düşünüş ile açıklanamayan gelişmelerdi. Böylece İyonyalılar’da mitolojik açıklamalara karşı bir kuşku doğdu. Bu kuşku, ‘’felsefe’’ dediğimiz, akla dayalı düşünüşün temellerini attı. İyonya düşünürleri, aynı zamanda dinsel tabular sayıldıkları için olsa gerek, mitosların gerçekliği üzerine tartışmak yerine olayları, özellikle doğa olaylarını farklı bir biçimde açıklamaya çalıştılar. Böylece doğan ‘’doğa felsefesi’’ ile felsefi düşünüş başlamış oldu.
Mitolojik Düşünüş ve Felsefi Düşünüş'te Kavram Karşılaştırmaları
Her şeyin yaratıcısı olarak kabul edilen tanrının varlığı, gerçekliliği ve görünüşüyle ilgili, bir ‘’yaratıcı’’ kavramı oluşturulmasından bugüne kadar akla dayalı düşüncede de, akıldışı düşüncede de çeşitli fikirler ortaya çıkmıştır.
Kişisel düşünceme göre tüm kainatı yaratan bir gücün varlığının kabul edilmesinin ve kabul edilen bu güçle ilgili çeşitli teoriler üretilmesinin akla dayalı düşünüşe ters olmasına rağmen, filozofların ‘’tanrı’’ kavramıyla ilgili düşünmeleri ve aslında olmayan bu gücü anlamaya çalışmaları normaldir. Akla dayalı düşünce tarzıyla sorularına cevap arayan ilk insanlardan binlerce yıl sonra, günümüzde bile aynı soruların sorulmasını ve hatta asırlardır biriktirilen mitsel cevaplar sonucunda insan zihniyetinin anlaşılması daha güç hale gelmesini de göz önünde bulundurarak, filozofların binlerce yıl önce tanrı ve tanrının varlığıyla ilgili düşünmelerini akıldışı düşünüş olarak yorumlayamayız.
Antik Yunan’da bir ‘’tanrılar tanrısı’’ düşüncesi olmasına rağmen tek bir tanrı yoktu; insana ve doğaya ait her bir durumun tanrısı, o durumu yaratan ve yöneten bir güç vardı. Anaksimenes, doğa filozofu ve geleneksel olarak Batı dünyasının ilk filozofları kabul edilen Miletos'lu üç düşünürün sonuncusudur. Anaximenes'e göre hava Tanrıydı, yaratılmış, uçsuz bucaksız ve hep hareket halindeydi. Antik Yunan’da hakim olan mitolojik düşünüşte tanrı kavramının nasıl yorumlandığını göz önünde bulundurarak akla dayalı düşünüşte de Anaksimenes başta olmak üzere kimi filozofların mitolojik düşünüşteki inanca benzer fikirleri olduğunu görüyoruz.
Dilin kökenine dair yapılan en eski açıklamalar mitolojik veya teolojik açıklamalardır. İster mitolojik ister teolojik olsun her iki açıklamada da ortak olan nokta, dilin tanrı tarafından verilmiş olduğudur. Bu anlayışa göre yaratılış bir söz edimi ile gerçekleşir. Tanrı yaratma süreci içerisinde şeylere ad vererek onlara bir statü de kazandırır.
Antik Yunan mitolojik düşüncesinde dili icat eden ve geliştiren bir tanrının varlığı söz konusuydu. Mnemosyne dili ve kelimeleri icat etti. İnsanlar yazıyı icat etmeden önce, bir hikaye duymak isterseniz onu ezberlemeniz gerekirdi. Mnemosyne bunun tanrıçasıydı. Aynı zamanda Muses’in annesi, Zeus’un babalığıydı. Akla dayalı düşünüşte de dilin tanrı vergisi olduğunu öne süren düşünürler mevcuttu. Platon'a göre dil, bir ilham neticesinde, yaratılışla birlikte kazanılmış fıtrî bir kabiliyettir.
Antik Yunan mitolojik düşüncesinde insana ait her bir olgunun olduğu gibi eşitliğin ve adaletin de tanrı-tanrıçaları vardı. Themis, Titanlar soyuna mensup yasa tanrıçasıydı. Ezeli ve ebedi yasaların tanrıçası olarak Zeus’un tanrısal eşleri arasında yer alır. Bazı mitograflar ve filozofların, adaletin ve yasanın yani Themis’in Zeus’a danışmanlık ettiğine dair yorumları bulunur. Akla dayalı düşünce sisteminde ise adalet ve yasa ile ilgili mitoslara göre nispeten somut adımlar atılmıştır.
Platon, Devlet’te ‘’ideal’’ bir devlet tasarısı çizmişti. Yasalar’da ise, Devlet’te önerdiği ideal devletin tanrılara yaraşır olduğunu belirtip, insanların zayıflıkları ve eksiklikleri nedeniyle böyle bir düzeni gerçekleştiremeyeceklerini kabul ederek, insanların kurabilecekleri, koruyucular ve yöneticiler için de özel mülkiyet düzenini kabul ettiği ‘’ikinci en iyi yönetim’’i sunar. Platon, Yasalar’da kura ile sağlanan sayısal eşitlik ve Zeus’un önerdiği oranlı (gerçek) eşitlikle ilgili, oranlı eşitlik yanında sayısal eşitliliğin de kullanılmasını öğütler.
Kadın, ilkel dönemlerden antik çağlara kadar, biraz kaba tabiriyle de erkeğin bir insan dünya getirme işindeki rolünün anlaşılmasına kadar üretebilen, doğurabilen ve bu yüzden zaman zaman kutsallık bolluk-bereket gibi sıfatlar atfedilen insan cinsidir. Antik Yunan mitolojik düşüncesinde kadın imgesi, ilkel çağlarda da olduğu gibi, kimi zaman doğurganlık, bereket ve tinsel ve tensel güzellik ile ilişkilendirilirken, kimi zaman lanetli sayılıp kötücül sıfatlara büründürülmüştür.
Doğurganlık ve dişil güç ile ilgili olarak Antik Yunan mitolojik düşüncesinde, Gaia’yı incelemek gerekir. Hesiodos, Tanrıların Yaratılışı adlı eserinde dünyanın oluşumunu şöyle açıklar: evren oluşmadan önce bir khaos (boşluk) ya da şekil verilmemiş bir adam vardı. Khaos’tan Gaia (toprak) oluştu. Gaia, bir erkek olmaksızın Uranos (gök) ve Pontos (deniz)’u doğurdu. Bu, parthenogenesis, yani kendi kendine doğurma prensibidir. Gaia’nın, kendi kendine doğurabilen bir dişil güç olarak Yunan mitolojisinde Ana Tanrıça kültünü temsil ettiği söylenebilir.
Mitos üstüne mitos eklenip Tanrı-Tanrıça soyağacı hiçbir yere sığamaz oldukça kadın sonradan yaratılan ikinci sınıf bir varlık olarak görülmeye başlar ve bu düşünüş devam eder. Ancak bu mitoloji kendi içerisinde, kadının önemi konusunda tezatlıklar da barındırmaktadır. Bir taraftan kadın yaşamın kaynağı olarak görülürken; diğer taraftan hırsın, kötülüğün kaynağı olarak görünmektedir.
Örneğin Hera; Olymposlu tanrıçaların en büyüğüdür. Kadın cinsinden birinin içinde bulunmadan ölmemesi gerektiği ciddi bir müessese olduğu söylenen ‘’evliliğin’’ tanrıçasıdır. Hera, tanrılar arasında birinci tanrının meşru karısı olarak evli kadınların koruyucusudur. Kıskanç, öfkeli ve kinci olarak bilinir. Kendisine karşı hakaret saydığı sadakatsizlikten ötürü Zeus’a sık sık öfkelenir. Hırsının ve kötülüğünün ona yaptırdığı hatalar ile sıkça anılır.
Yunan felsefi düşüncesinin üretmiş olduğu kadın imgesine baktığımızda, aşağılayıcı eril bir dilin tarihin başka dönemlerinde olduğundan çok daha ağır bir biçimde mevcudiyetine tanıklık ederiz. Kadınlara yönelik yapılan ayrımcılık açısından felsefi düşüncenin üretmiş olduğu dil ve söylemin yapısı, diğer tarihi-kültürel havzalardan ve çağlardan çok da farklı değildir. Antik Yunan tarihinde ve felsefesinde kadın görünmez bir varlık olarak görünmüştür. Bunun nedeni Antik Yunanda kamusal alanda ‘kadının görünmezliği’ düşüncesidir.
Hakikat bilgisine sahip olma ve aktarmada çokça yetkinliğe sahip olan ‘’büyük’’ filozoflar dahi, toplumda var olan eşitsiz cinsiyet rollerini birer sorun olarak ele almaktansa verili bir durum olarak kabul etmişlerdir. Buna bağlı olarak da kadın doğasına ilişkin çıkarsamalarda bulunmuşlardır. Hatta bununla da sınırlı kalmayıp, bu çıkarsamaları bir hakikat olarak öne sürebilmişlerdir. Bu durum üzerinde derinlikli bir düşünüşü gerekli kılan oldukça ilginç bir durum olmakla birlikte, günümüzde de aynı durumların hasıl olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Platon, Yasalar’da kadınların erkekler gibi eğitim görüp asker, memur olacaklarını, erkeklerin yanı sıra savaşa katılacaklarını söyler. Aristoteles’e geldiğimizde karşıtlıklar arasındaki hiyerarşinin daha belirgin bir nitelik kazandığını görürüz. Bu ilişki, temelde karşıtlar arasında bağlılık ilişkileri kurulmasına yol açmaktadır. Dünyayı bu bağlılık ilişkileri çerçevesinde açıklarken Aristoteles, bedenin ruha bağlılığını, duygunun akla bağlılığını, kölenin efendiye bağlılığını, kadının erkeğe bağlılığını belirtir ve savunur.
Kadın erkeğe tabiidir; zira sadece erkeğin aklı tanrısal nitelikte olan nous ile ilişki içerisinde olabilir. Kadında ise duygu akla boyun eğmemekte, beden ruhun önüne geçmektedir. Bu nedenle Aristoteles kadınları insan tipinden sapmış ucubeler veya eksik erkekler olarak tanımlamaktadır. Doğanın kadına biçtiği amaç anneliktir. Burada önemli olan konu, Aristoteles’in üreme bakımından kadına böylesi bir amaç yüklemekle birlikte kadını üremenin dahi merkezine koymaması, üreme bakımından dahi kadına öznelik tanımamasıdır. Kadının amacı anneliktir ama annelik üreme ve soyun devamı bakımından sadece bir araçtır. Ruhun taşıyıcısı erkeğin tohumudur, kadın ise bu tohumu taşıyan ve besleyen bir araçtan ibarettir.
Sinem Karakoyun
Kaynakça:
Tanilli, S. (1995). Siyasal Düşünceler Tarihi. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Freeman, C. (2004). Antik Akdeniz Uygarlıkları: Mısır, Yunan ve Roma. Ankara: Dost Kitabevi.
Driedell, E. (2017). Antik Yunan’ın Kültür Tarihi. İstanbul: Alfa Yayınları.
Bulfinch, T. (2017). Klasik Yunan ve Roma Mitolojisi. İstanbul: İnklap Yayınevi.
Grimal, P. (2012). Mitoloji Sözlüğü: Yunan ve Roma. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Erhat, A. (1996). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.